Eski eserlere görece olarak yeni bir
yöntemle, özdeşleşme yöntemiyle yaklaşıyoruz; ama eski eserler özdeşleşmeyi fazla besleyemiyor. Böylece
aldığımız zevk, büyük ölçüde, bizden öncekilere onca açık olmuş kaynaklardan başka kaynaklardan besleniyor.
O zaman işin eksik kalan yönünü dil güzellikleriyle, öykünün geliştirilmesindeki incelikle, bağımsız'tasanmlar
üretmemizi olanaklı kılan bölümlerle, kısacası eski eserler açısından ikinci derecede sayılan öğelerle tamamlıyoruz.
Bunlar ise öyküde sapmaları gizleyen yazınsal ve teatral araçlardan başka bir şey değil. Tiyatrolarımız bu öyküleri, dahası, büyük Shakespeare’inkiler gibi, hiçte o kadar eski sayılmayacak öyküleri, hâlâ açık ve seçik anlatabilme, yani olayların birbirine eklenişini inandırıcı
kılma yeteneğinden veya isteğinden artık yoksun. Oysa öykü -burada hemen anımsadığımız gibi-, Aristoteles'e
göre dramanın ruhudur. İnsanların birlikte yaşamalarına ilişkin betimlemelerin ilkelliği ve sorumsuzluğundan
ötürü gittikçe artan ölçüde rahatsız olmaktayız; üstelik bu yalnızca eski eserler bakımından değil, fakat eski reçetelere göre hazırlanmış yeni eserler bakımından da söz konusu. Artık zevk alma biçimimiz, bütünüyle çağdışı olmaya yüz tuttu.